Şeyh Gâlib edebiyât sahnesine çıktığı zamanda yani XVIII. yüzyılın son çeyreğinde dîvân şiiri bilhassa Nâbi tesiri altında bulunuyordu. Şeyh Gâlib, “Hüsn ü Aşk” adlı eserinde “Eski şâirlerin taze mazmûn bırakmayarak hepsini tükettiklerini, zamane şâirlerinin ise eskileri taklitten başka bir şey yapmadıklarını, hâlbûki sanatın, şahsiyet ve yenilik demek olduğunu, başkalarını taklit etmekle sanat eserleri vücuda getirilemeyeceğini” ifade etmektedir. Ona gelinceye kadar, asırlardan beri yetişmiş büyük şâirler, muhtelif şiir nev’ilerinde en yüksek örnekleri vermişlerdi. Fuzûlî, Bâkî, Nedîm’i, ne mesnevîde, ne kasîdede, ne de gazelde onların üstüne çıkmak imkânsız olduğunu gören, diğer taraftan da mutlaka bir yenilik yapmak lüzumunu duyan Gâlib, kendinden önce gelen şâirlerin kullandıkları mazmûnları, sembolleri, yeni parlak renklerle boyayarak yeni bir tarz meydana getirmeye muvaffak olmuş bir şâirdir. Şeyh Gâlib, dîvân şiirine bir yenilik getirmiştir. Onu yalnız “Hüsn ü Aşk” şâiri sanmak da doğru değildir. Dîvân dikkatlice tetkik edildiğinde şâirin kudreti ve hususiyeti kaside başlangıçlarında, müsemmâtlarda ve gazellerinde de açıkça görülür. Dîvân metni, gerek kütüphanelerde gerekse kataloglarda tespit edilen yazma nüshaları gözden geçirerek şairin ölümüne en yakın olan ve şiir bakımından en hacimli olan yedi nüshayı seçerek farklılıkların karşılaştırılmasıyla ortaya konmuş tenkidli bir metindir.